25 Kasım 2010 Perşembe

"9"


DOKUZ

Huzursuz ruhlar vahşi hayvanlar gibidir. Evcilleştiremezsin…
Güneş pencereyi delercesine odaya dalıp yatağın tamamına yerleştiğinde açamadığı gözlerini yorganın altına saklamaktan başka çaresi kalmamıştı. Dışarıdan kendisini yeni bir kâbusa çağıran sesi de daha az duyuyordu şimdi. Başlamak zorunda kaldığı her yeni gün sancılarını kat be kat arttırıyordu. Sessizliğin gücü ruhunu ele geçirmeye başlamışken iyiden iyiye alıştığı karanlık yeniden uykuya dalıp rüyasına kaldığı yerden devam etmesini sağladı.
Fırtına’dan önceki dinginliğe düşmüştü. Yemyeşil bir zeminde acemice ayakta durmaya çalıştı önce. Önüne eğdiği başıyla sadece ayaklarına baktı. Geriye doğru iki adım attıktan sonra kafasını hafifçe kaldırıp ona odaklandı. Keskin bir uğultu kalbinin daha şiddetli atmasını sağladı. Düşüncelerini toplayıp ona doğru hızla yaklaştığında yapacağı hamlenin ardından ne olacağını kestirememek yolundan geri dönmesine engel değildi. Vakit gelmişti. Sağ ayağının dışıyla vuruşunu yaptığında, önce hafifçe yükselen top önündeki insan setini aştıktan sonra kalecinin beklemediği köşe direğinin dibine doğru hızla yol aldı. Yüzüne anlatılmaz bir sevinç oturduğunda kulaklarının içindeki uğultudan kurtulmuştu. Kalabalık hep bir ağızdan ismini haykırıyordu. Kollarını iki yana açıp kendi çevresinde dönerek koşmaya başladı. Ardı sıra yetişmeye çalışanlar onu tutup sevinçle sarıldıklarında hep birlikte çimlerin üzerinde bir kedi yumağı gibi dolandılar. Nerdeyse bitmek üzereydi, düdüğün ardından son vuruş yapılacaktı. Devam etmek için ayağa kalkmak istediğinde saha betona dönüşmeye başlamıştı. Kararmaya yüz tutan gök ile birlikte bir çocuk belirdi karşısında. Öfke dolu gözleri, ayakta durmasını sağlayan koltuk değneklerini işaret ediyordu. Kalkmak için bunlara ihtiyacın var dercesine.
Bir kâbustan kaçarken diğerine yakalanmanın verdiği acıyla çığlık çığlığa debelendi yorganın altında. Bağırmak istediği halde sesi çıkmıyor ve nefes alamıyordu. Üzerindeki örtüden kurtulduğunda, olmaması gereken bu yerde yüzündeki derin çizgilerden gözyaşları sızarken gördü annesini.
                                   Susmaya alıştığı vakit insanoğlu konuşmak zül gelir.
Masaya ağır bir sessizlik çöreklenmişti. Demi karaya çalan şekersiz çay, sahibini beklerken buruşmuş paketindeki son sigarayı çıkartıp yaktı. Titreyen dudaklarıyla bir nefes çektikten sonra, vurulmayı bekleyen bir atın gözlerindeki yakarışla baktı boş odaya. Adaletine inanmadığı bir dünyada bedeninin ruhuna ihanetine daha fazla katlanamıyordu. Eksik etek bir bitişe kurban edemezdi sonrasını. Bir başlangıca atabilecek ne bir adımı kalmıştı artık ne de gücü. Günlerdir aynı kâbusla uyanıp, aynı acı çayı içip, aynı ilmiği geçiremiyordu boynuna. Döngü halinde aynı sert fren patlıyordu kulaklarında. Sağır edercesine, acı bir çığlıkla ardına dek açılıyordu sessizlik hanının kapıları.
Taştan kaleler hazırlanırken mahalle aralarında, asla takıma seçilen olmamıştı. Gözlüklerini çıkartıp katılmak istediğinde bile merdivenlerde oturup izlemesi salık verilmişti. Bahçelere kaçan topu getirmek görevi biçilmişti üzerine. Ne sektirdiği bir topu olmuştu ne de kaleci eldiveni. Ve bir formanın sırtına hiçbir zaman ismini yazdıramamıştı.
Oysa yerde yatan küçük bir bedene doğru ilerlerken sırtındaki 9 numaralı formasının rengi kana bulandığında bile onun adını okuyabiliyordu...
                                   Uyanmak istemiyorsan eğer, asla sabahı bekleme!
Uzun zamandan sonra ilk kez evinin balkonuna çıkmıştı. Haftalar önce sakladığı paketten bir dal sigara çıkartıp yaktı. İçine çektiği duman bu yüksek binalar kadar boğmuyordu onu. Usulca gömleğini çıkartıp formayı giydiğinde gün batmıştı. Karanlık ağırlığınca çökmek üzereyken sigarasını masanın közden yanmış kenarına iliştirip ayakkabısını bağladı. Eline aldığı topu balkonun zeminine olabildiğince sert çarptığında aynı ses sağır etti kulaklarını.
Huzursuz ruhuna konuşmanın zül geldiği vakit sabahı beklemenin anlamsızlığıyla gökyüzüne doğru öfke dolu bir vuruş yaptı. Yukarı doğru süzülen top yükselebildiği kadar yükseldikten sonra aşağı doğru hızlandığında yakalayamayacağını bildiği halde balkondan dışarı doğru kollarını uzatarak atladı. Parmak uçlarını sıyıran topla aynı anda betona indikten bir süre sonra, sırtında isminin yazmadığı 9 numaralı formasının rengi değişmeye başlamıştı.


Hiçbir hafifletici sebep bir infazı engelleyemez.

                                                                                  Serkan KILIÇ
                                                                                  18ağustos2010


KARŞIN EDEBİYAT / Sayı 21