6 Temmuz 2008 Pazar

Arıları Katledince


Arıları Katledince



“İnsanoğlu, bu dünya için ciddi bir tehdittir.”

Filmin sonlarına doğru bir bilim adamından duyduğumuz bu cümle kendimize dönüp bakışımıza bir nebze olsun ışık tutar mı?

Sevdiğim yönetmenlerin filmlerini izlerken pek fazla objektif olamıyorum sanırım. Çünkü Shyamalan’ın The Happening (Mistik Olay)’i eleştirmenler tarafından “yine” beğenilmedi. Oysa sadece derdiyle ilgilenen, bunu adam gibi anlatan ve oraya buraya çarpmayan bir film “The Happening”.

Oldukça sert bir başlangıçla (tüyler ürperten intiharlarla) seyreylemeye koyulduğumuz “Mistik Olay” diğer kıyamet ve doğal afet filmlerinden bu tavrıyla da ayrılıyor. Her zaman alışık olduğumuz üzere önce karakterleri anlat, onları bize tanıt ardından bu kötü olay onların başına gelsin güzergahında ilerlemiyor. Konuya balıklama dalıyor ve ne güzel ki tam da bu sebepten izleyeni sıkmıyor. Ve hatta olmazsa olmaz mutsuz aile figürlerine oturtulan başrol oyuncularımız sanki ironik bir parodi gibi duruyor filmde. Onların mutsuzluğunun anatomisine girip günah çıkarma törenlerini uzatmıyor.

Shyamalan’ın filmografisinde karşılaştığımız sürpriz final beklentisi bu kez boşa çıkıyor. Sadece ara ara filmdeki karakterlerle “neden”i sorguluyorsunuz. Ama kabul etmek istemesenizde bir sera sahibinden gerçek dökülüveriyor. “Doğa insanoğlundan intikam alıyor.” Hem de dehşet verici bir şekilde. Anlamlandırlamayan intiharların ilk sebebini terör saldırılarına bağlamaları Shyamalan’ın Amerikan paranoyaklığına inceden bir eleştirisi olarak yansıyor teoriler arasında. Ardından medyanın CIA şüphesi ve hatta bundaki ısrarcılığı… Oysa katletmekte olduğumuz, yeni yerleşim alanları uğruna yakıp yokettiğimiz, kirlettiğimiz, anlamaya çalışmadığımız, gerçeği varken plastiklerinden medet umduğumuz “doğa” kendi savunma mekanizmasını çalıştırarak kendini yok edenleri yok ediyor. Sırayla… Ve filmdeki en yardımsever bir o denli antipatik karakterden dökülüyor öfkesi. “Dünya beni önemsemiyor ki ben neden önemsiyim.”

Duyarlı bir film "Mistik Olay". Bizleri daha duyarlı olmak üzere tehdit eden aynı zamanda. Salondan ayrılınca plastiğine dahi sevgiyle bakmamızı sağlayan...

2 Temmuz 2008 Çarşamba

Howl'un Sorgusu




Howl'un Sorgusu


Yoksunluğum yalnızlığımla yüzleşecekken
Vurup kendimi dar odama

Aynalarıma bakıyorum tek tek

Hiçbirinin söyleyeceklerine kulaklarımı tıkamadan

İhmal etmişliğin verdiği mahçubiyetle daha bir özenerek dinliyorum herbirini


İlk turun ardından
Çöküp kalıyorum uzattıkları sorgu sandalyeme

"Neden karabasanların arttı senin"

"Kötücül yaratıkların daha bir saldırgan artık"

"Unutuyorsun... Kendini... Olduğun yeri..."

İyi de dememe fırsat vermeksizin

Dinlememi salık veriyor baş sorgucu aynam

"Ne zamandır bakmıyorsun bize biliyor musun" diyor

İçlerindeki en naifi

"Yok yok" diye atlıyor öfke dolu olanı

"Bana bakıyor da kendisi bunu hatırlamıyordur

Her seferinde alkol geziyor damarlarında ve

Sadece küfrediyor"

Mahçupluğum artıyor...
Ben kötücül yaratıklarla savaşırken

Karabasanlar kabuslarıma zincir atmışken
Meğer...
"Sebep" diyor hepsi bir ağızdan

"Hakediyormuyuz bunu"

Minik alevim zor durumda olduğumu anlayıp

Dayanıyor dar odanın kapısına
Şatom hareket etmeye başlıyor
Oda daha daralıyor...
Kapı açılıyor...

Aynaların parçalanışına bakmaksızın

Alıyorlar beni odadan

Bağrışlarım kalıyor havada

Sebep...

Bu mu istediğiniz...

Hatta tek istediğiniz..

S e b e p...
...

Asansör Kabini

Asansör Kabini


Elimizde kalanla yetinmemiz salık verildi bizlere

Günah dendi yasak dendi

Kalakaldı ellerimiz olduğu yerde

Ne bir türküyle ağıt yakabildik

Ne bir şiire vurulduk

Kaldı yüreğimiz bilinmeyen o yerde

Gidilmemesi gereken o yerde….

Acıyı işlediler tamamen istemsiz damarlarımıza

Ellerinden öteydi şimdi

Sensizlik …

Ve daha acı veremezdi damarlarımdaki ölüm….

Bir asansör kabiniydi şimdi hayatım…

Dibe vuran….

Gelmediğin sürece orada kalan……

Howl'un Yaraları




HOWL’UN YARALARI

Serin bir esintiye bırakıp kanatlarımı

Süzülerek iniyorum,

Sahilimin sakinliğine…

Yunusların hoş geldin serenatına

Önce denizatları

Ardından

Dalgalar eşlik ediyor…

Bu sevimli karşılama karşısında

Saygıyla eğiliyorum

Toplayıp kanatlarımı

Yürümeye başlıyorum

Dalgaların üzerinde

Yaralarıma tuzlu su sıçradıkça

Canımın yanışı

Ürkütüyor denizatlarını

Sanki biliyormuş gibi

Yaralarımın sebebini…

Öfkeli gözlerle alıp yanlarına yunusları

Uzaklaşıyorlar yanımdan

Dalgalar köpürüp kararıyor

Dostlarına eşlik edercesine

Kusuyorlar lanetlenmiş bedenime…

Şimdi tam zamanı diyerek

Arınabilmek umuduyla

Dalıyorum tuzlu sulara

Umursamadan acıyacak yanlarımı

Kulağımda sert bir melodiyle

Derinliğine iniyorum kara suların

En büyük girdaba doğru yüzüyorum

İçine alıp yutmalı bedenimi…

Öyle de yapıyor…

Gökyüzü iri damlalarını bırakıyorken

Kabaran dalgalara

Lanetime daha fazla dayanamayan

Kızıl girdap

Pul döken bedenimi

Tükürüyor, savurarak…

Gökyüzüne düşüyorum…

Kanatlarımsız…

Gökyüzünden düşüyorum…

Hakedilmiş yaralarla…

Düşüyorum…

Karabasanlarıma hazırladığım

Mayın yüklü

Bulutlarıma…

“DÜŞ”üyorum…