14 Şubat 2010 Pazar

Sindirilmiş Çocukların Defterinden / Bisiklet

Babaannemler ve amcamlarla birlikte oturduğumuz avludan ayrılalı çok olmuştu. Büyüyorduk! Onlardan ayrı ikinci evimizdi ve yine bir avlusu vardı. Sanki daha önce burada yaşamıştım hissi uyandıran o eski eve taşınalı iki yıl olmuştu. Onikinci yaşımı kutlamak için bir pasta edinmişti annem büyük bir coşkuyla ki anneler hep daha coşkuludur çocuklarının doğdukları günün kutlamalarında. (Aslında kutlanması gereken onlar olmalıyken esas oğlan biz olurduk.) Babam her pazar olduğu gibi yine bit pazarı gezintisindeydi. Bunu o zaman çok umursamadığımı hatırlıyorum. Biz zaten çok şey paylaş-a-mazdık. O para kazanmak zorundaydı, biz de okumak... Kutlamanın sonuna doğru gelmiş ve beni dışarı çağırmıştı. Avluda paketlenmemiş, süslenip cilalanmamış, boynuz direksiyonlu ve incecik tekerlekli bir yarış bisikleti duruyordu. Bit pazarından, oldukça cüz'i miktara alınmış, oturağında ve direksiyonunda başka yaşanmışlıkların olduğu belli ama bunlara rağmen dünyanın en güzel bisikleti duruyordu karşımda. Oturağındayken pedallara ayaklarım zor yetişiyordu ama kendisine yetişemediğim ilk platonik aşkımla mahallede birlikte turluyorduk. İkinci el bir bisiklet ile adı konulamayan bir sevdaya ilk pedal atışımın yılları...

Günler, haftalar, aylar belki de bir kaçyıl sonra artık kardeşlerim de kullanmaya başlamıştı bisikletimi. Değerinin artması ona dokunan yaşamışlıkların da artmasıyla doğru orantılıymış. Büyüdükçe! anladım... Mahallede bisiklet sayısı artıyordu. Almanya'dan getirtilen kontra bisikletler en havalısıydı. Onların fren yapmalarına gerek yoktu. Bir pedal hareketi ile durabiliyordu. Üstüne üstlük artistik bir hareketle yapıyorlardı bunu. Biz ise frenimiz işlevini yitirdiği vakit tekerleğin arasına ayağımızı sokardık durmak için. Ta ki kardeşlerimden biri kaza yapana dek...

Yokuş aşağı... Fren yok... Panik... Kamyon...

Ufak tefek sıyrıklarla atlatılan bir kazaydı kardeşim için. Ama bizim için öyle değildi. Karanlığa gömülmüştüm. Babamın gazabının yarattığı korkuyla bütün kirli çamaşırlarımızı dökmüştük diğer kardeşimle birlikte... Bir kez daha (öncekini daha sonra paylaşırım) çok korkmuştum. Kardeşimin o kamyona çarpması bizim için bir dönüm olmuştu...

Yıllar ama az yıllar sonra...

Bir kez daha kamyon girdi hayatıma... Sadece beni değil tüm yurdumu karanlığa gömdü "bir dakika"lığına...

Biz üstünü örtememiştik...

Onlar...

Örttüler...

2 hissiyat:

stuven dedi ki...

bir süredir yazmaya/okumaya ara vermişken şu an tesadüf eseri rastladığım bu blogdayım...

okurken yazının sonunda beni hüzün beklediğinden habersizdim...

görüyorum ki bu postu yazalı bir hayli olmuş. daha doğrusu yeni bir post yazmayalı bir hayli olmuş.

ben kaleminizi beğendim. her okuduğum şeyi hissedemem. devamının gelmesi dileğiyle...

serkank. dedi ki...

öncelikle beğeniniz için teşekkür ederim.

uzun aralıklarla yazabiliyorum maalesef. her ne kadar daha sık ve daha çok istesem de dökülemiyor. sanırım önce birikmesi gerekiyor... bu koşuşturmacanın içinde biriktirebilmek o denli zor ki...

dipteki not: her son hüzün barındırır...